Kullanıcı Oyu: 3 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Her yıl 23 Nisan da kutladığımız ve adına  23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dediğimiz bu özel günde bu güne nasıl gelindiği ve ulusal egemenliğin ne demek olduğunu bir kez daha anımsamakta yarar vardır. 

Bu günü geleceğimiz olan çocuklarımızla bir bayram coşkusu ile  kutlarken  onların tertemiz dimağlarında ulusal egemenliğin önemli bir kavram olduğunu da yerleştirmeliyiz. Günü sadece çocuk bayramına indirgeyip milli egemenliği görmezlikten  gelinmesi   milli egemenliği anlamamak olur. Milli   egemenliği   anlamamak belki de anlatmamak demektir.Milli egemenliği anlamak içinde bu güne nasıl gelindiğini bilmek gerekir. İsterseniz geçmişe şöyle bir göz atalım.


İstanbul'un işgalinden üç gün sonra, Atatürk ünlü 19 Mart 1920 tarihli bildiriyi yayımladı. Bildiride, olağanüstü yetkiler taşıyan bir Meclisin Ankara'da toplanacağı, Meclis'e katılacak üyelerin nasıl seçilecekleri, seçilerin en geç on beş gün içinde yapılması gereği, kesin ve kararlı ifadelerle yer alıyordu. Ayrıca, dağılan Meclis-i Mebusan'ın üyeleri de Ankara'daki Meclis'e katılabileceklerdi.


İllerde seçilen temsilciler ve Meclis-i Mebusan'ın bir kısım üyeleri Ankara'ya geldiler.Ankara'nın o günkü şartları içinde Meclis'in toplanabileceği elverişli bir bina yok gibiydi. Sonunda, İkinci Meşrutiyet döneminde, İttihat ve Terakki Cemiyeti kulübü olarak yapılmış tek katlı bir bina uygun görüldü. Eksik kalmış yapı tamamlandı, okullardan toplanan ve halkın katkısıyla sağlanan eşyalarla donatıldı. Hazırlıklar tamamlanınca, Atatürk 21 Nisan'da yayınladığı ikinci bir bildiri ile, Meclis'in 23 Nisan günü toplanacağını ve açılış töreninin nasıl yapılacağını duyurdu.

           23 Nisan 1920 Cuma sabahı erken saatlerde, Ankara'da bulunan herkes Meclis Binası çevresinde toplandı. Halk, kendi kaderine sahip çıkmanın coşkusu içindeydi. Hacı Bayram Camii'nde kılınan öğle namazından sonra, Meclis binası girişinde dualar ve kurbanlar kesilerek  muhteşem bir törenle açıldı. Saat 13.45'de, Ankara'ya gelebilen 115 milletvekili Meclis salonunda toplandı. Parlamento geleneklerine göre, en yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Bey (1845), Başkanlık kürsüsüne ilk konuşmayı yaparak Meclis'in ilk toplantısını açtı.

            Meclisin açılmasından sonra ulusal iradenin tezahürü olan TBMM, milletin geleceği ile ilgili tüm kararlara tanıklık etti. Savaş ve ülkenin en önemli kararları Atatürk’ün önderliğinde burada alındı.

              Atatürk'ün devlet anlayışının temellerini oluşturan  ana ilkelerden en önemlisi, milli egemenliktir. Milli egemenlik, devlet içinde en üstün buyurma kudreti olarak tanımladığımız egemenliğin, millete ait olmasını ifade eder.Bu anlamda milli egemenlik, kişi veya zümre egemenliği ile, yani monarşik veya oligarşik yönetim biçimleriyle kesinlikle bağdaşamaz. Tıpkı tam bağımsızlık ilkesi gibi milli egemenlik de, Atatürk'ün Milli Mücadele'nin ilk günlerinden beri açıkça ortaya koyduğu, ısrarla vurguladığı bir temel ilkedir. Bu konu da  Atatürk, şunları söylemiştir:"Bir millet, varlığı ve hakları için bütün kuvvetiyle, bütün fikri ve maddi güçleriyle alakadar olmazsa, bir millet kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse, şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz... Bu sebeple teşkilatımızda milli güçlerin etken ve milli iradenin egemen olması esası kabul edilmiştir. Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: milli egemenlik..."

"Kayıtsız şartsız tabiriyle açıkça ifade edilen egemenliği, ulusun sorumluluğunda tutmak demek, bu egemenliğin en küçük bir parçasını; sıfatı, adı ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir."

"Egemenlik hiçbir sebep ve şekilde terk ve iade edilemez, emanet edilemez! Bu egemenliği tekrar geri alabilmek için, almak için kullanılmış olan araçları (Kurtuluş savaşı) kullanmak gereklidir."

"Ulusal egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun."

"İsteğimiz dışarıda bağımsızlık, içerde kayıtsız ve şartsız ulusal egemenliği korumadan ibarettir. Ulusal egemenliğimizin hatta bir zerresini bozmak niyetinde bulunanların kafalarını parçalayacağınızdan eminim."

Atatürk’ün bu sözlerinden ve uygulamalarından anlıyoruz ki Padişahın iradesi kaldırılarak  milli egemenliğe dayanan bir cumhuriyet kurulduğu gayet açıktır. Saltanatın kaldırılmasıyla ilgili Büyük Millet Meclisi görüşmeleri sırasında söylediği şu sözler, bunun en güzel ifadesidir:"Cihan tarihinde bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osman devleti tesis eden ve bunların hepsini hadiselerde tecrübe eyleyen Türk Milleti bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet tesis ederek bütün felaketlerin karşısında doğuştan taşıdığı kabiliyet ve kudretle yerini aldı. Millet, mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve milli saltanat ve egemenliği bir şahısta değil, bütün fertleri tarafından seçilmiş vekillerinden meydana gelen bir yüce mecliste temsil etti. İşte o meclis, yüce Meclisi'nizdir.

 Milli egemenlik ilkesi, 1924, 1961 ve 1982 tarihli anayasalarımızın da temelini oluşturmuştur. Atatürk, Milli Mücadele'nin başlangıcından, kendisinin hayata veda ettiği ana kadar, her fırsatta milli egemenliği Türk toplumuna benimsetmeye çalışmış, her zaman kişisel yönetimin sakıncalarıyla milli egemenliğin üstünlüklerini çarpıcı şekilde karşılaştırmıştır.  

  Gene aynı yönde olarak Atatürk, 16 Ocak 1923'te İstanbul basın temsilcilerine şunları söylemiştir:“Hadiseler ve tarihi tecrübelerimiz bize, milleti koyun sürüsü halinde keyfin, arzu ve ihtirasların ve hiçbir suretle tatmin edilemeyen menfaatlerin elde edilişine sürüklemekle mahvına yol açar mahiyete dönüşen idare tarzlarının artık memleketimizde tatbik yeri kalmadığını göstermiştir. Millet, egemenliğini değil, egemenliğin bir zerresini dahi başkasına bırakmanın sebep olabileceği felaketin, yok olmanın, hüsranın elemini her an kalp ve vicdanında hissetmektedir".

Atatürk'e göre milli egemenlik, sadece padişahlığın değil, eski veya yeni bütün kişisel yönetim biçimlerinin karşıtıdır."Türkiye devletinde ve Türkiye devletini kuran Türkiye halkında tacidar yoktur, diktatör yoktur. Tacidar yoktur ve olmayacaktır. Çünkü olamaz... Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da milli egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve varlığıdır".

Atatürk, milli egemenliği yeni devlet düzenimizin temeli olarak görür. Toplum ve devlet hayatının temel değerleri, ancak milli egemenlik ilkesi altında gerçekleşebilir: "Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin istikrarının ve korunmasının sağlanması, ancak ve ancak tam ve kesin manasıyla milli egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır. Dolaysıyla hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası milli egemenliktir". Ve nihayet, milli egemenlik, çağımızın önüne geçilmez, karşı konulmaz bir akımdır: "Milli egemenlik öyle bir şeydir  ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar".

Atatürk'ün milli egemenlik ilkesine sadece düşünceleriyle değil, derin kişisel duygularıyla da ne kadar bağlı olduğu, annesinin ölümünden birkaç gün sonra onun mezarı başında yaptığı şu konuşmada gözlemlenmektedir: "Validem bu toprağın altında, fakat milli egemenlik ilelebet payidar olsun. Beni teselli eden en büyük kuvvet budur... Validemin mezarı önünde ve Allah huzurunda and içiyorum, bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği ve belirttiği egemenliğin muhafaza ve müdafaası için icap ederse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Milli egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun".

Milli egemenlik demek  egemenliği kayıtsız şartsız millete vermektir. Bu egemenliği hiçbir kurum,kişi ve zümreye devretmemektir. Milletin düşüncelerinin , duygularının devlet yönetimine yansıması ile milli egemenlikten bahsedebiliriz. Millete rağmen milletin benimsemediği düşüncelerin dayatılması hiçbir zaman milli iradenin tezahürü olarak sunulmamalıdır.  Atatürk’ün bu derece önem verdiği Milli Egemenlik  , milletin iradesinin TBMM aracılığı ile kullanımsıdır. İşte bu açıdan TBMM iradesi her şeyin üstündedir. Bu düşünce özümsenmiş olsaydı sanırım halk egemenliğin ellerinden alınmasına 27 mayıs , 12 Eylül ve 28 Şubatlar da sessiz kalmazdı. İşte kendi geleceğimize kendimizin, halkımızın karar vermesini istiyorsak milli egemenliğe sımsıkı sarılmamız , onu namusumuz gibi korumamız hiçbir kişiye, zümreye ve guruba bırakmamamız gerekir. Bu duygular ile  bayramınız kutlu olsun.           

                                                                                           Hüseyin Tuztaş

Yorum Yapabilmek için Siteye Kayıt olmanız gereklidir.

Siteye Kayıt için Tıklayınız.