Kavramlar bir takım objektif ilkeleri taşıması adına geliştirilse de başlangıç ve bitiş yerinin yani sınırlarının belirlenmesi çoğu zaman kavramları kendi adına kullananlar tarafından subjektif bir şekilde sunulmuşlardır. Öyle olunca da aynı kavram değişik zamanlarda değişik düşüncelerde farklı anlamlar ve görevler yüklenmişlerdir.
Bu ön açıklamayı yaptıktan sonra sizlere sunmaya çalıştığım yazının kavramlar arası beyin jimnastiği yada değişik düşüncelerin bir harmanlanması olarak değerlendirilmesi gerekir.
Demokrasinin Derinliği
Demokrasileri yeniden ayırıma tabi tutarsak,bunu da gayet basit bir teknikle, hukukun üstünlüğünü sindirebilme kapasitelerine göre;hukuk devletleri ve diğerleri olarak sınıflandırmamız gerekir.Gerici/statükocu zihniyet, aradan geçen iki bin yıla rağmen, üçüncü bin yılda sade, üzerindeki entarisini çıkarmış(İskoçlar ise bunu hala başaramamıştır) zengin görünümlü İngiliz kumaşından yapılma takım elbise giymiş olmak dışında hiçbir şeyini değiştirmemiştir.Roma’nın Alî Menfaati için “zararlı” görülen Socrates’ı yok etmeyi ne pahasına olursa olsun başarmakla kendilerini görevli saymaları ile ilk derin devlet oluşumu ortaya çıkmıştır.
Demokrasinin erdemi akıl olmak gerekir. Aklın filizi özgürlüktür. Özgürlüğün tarlası hukukun üstünlüğüdür; adalettir tek kelimeyle…
HUKUK DEVLETİ NEDİR?
Hukuk devleti en kısa tanımıyla, faaliyetlerinde hukuk kurallarına bağlı olan, vatandaşlarına hukukî güvenlik sağlayan devlet demektir. Hukuk devleti; kuralları üzerinde uygulanacak, gerçek ve tüzel kişilerin hukukî güvenlik içinde olduğu, yani insanların yaşamdan ve yarından korkmadığı, korkmasını önleyecek önceden belirlenmiş kişilik dışı kuralların bulunduğu, bunların yasalarla sınırlarının çizilmiş olduğu ve aynı zamanda devletin/idarenin de aynı hukuk kuralları ile kendini bağıtladığı bir devlettir.
Vatandaşların hukuki güvence içinde oldukları, devletin eylem ve işlemlerinin de hukuk kurallarına bağlı olduğu sistem. Bu devlet sisteminde yürütme/devlet hukuka bağlıdır ve yürütme işlemleri de yargısal denetime tabidir.
Darbe yapan zihniyet, anayasada temel hak ve özgürlükleri düzenlerken, adeta devlet ve bireyi rakip olarak görür verdiği her özgürlüğe karşılık kişilere bir ödev yükler hatta bazı durumlarda bir maddelik bir hak için on maddelik kısıtlama koşulları getirir.
“Hukuk devleti genel anlamda yönetenlerin ya da siyasal iktidar sahiplerinin keyfi eylem ve işlemlerine karşı yönetilenlere hukuksal güvenceler sağlayan bir devlet tipi” , “temel hak ve hürriyetlerin teminat altına alındığı ve kişilere hukuksal teminat sağlayan devlet” , “hukuk çerçevesinde yönetim kısaca hukuka dayanarak ve hukuk sayesinde var olan devlet/yönetim” , “vatandaşların hukuki güvenlik içinde bulundukları, devletin eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına bağlı olduğu bir sitemi anlatır” gibi bir çok şekilde tanımlanmıştır.
HUKUK DEVLETİ OLMANIN İLKELERİ:
1. Her şeyden evvel yazılı ya da yazısızbir anayasanın bulunması,
2. Kanunlarınanayasal denetiminin olması, yani kanunların anayasaya uygunluğunundenetlenmesi, bu anlamda bir anayasa yargısı ya da benzer bir AKİL ADAMLARdenetiminin mevcut olması,
Buradakanunların anayasaya aykırı olmayacaklarını belirtme
3-Kuvvetlerayrılığınınbir hukukdevletinde mutlaka bulunması gerekir.4-Temel Hak ve ÖzgürlüklerinGüvenceAltınaAlınması:5-Yürütmenin (idarenin)Tüm Eylem ve İşlemlerinin Yargı Denetimine Tabi Olması:6- Kanunların Genelliği veKanun Önünde Eşitlik:
7-Bağımsız Yargı:
Yargının bağımsızlığı yanında tarafsızlığı üzerinde, sınırlı istisnalarla, çok daha az durulmuştur. Oysa, aslında bağımsızlık, tarafsızlığı gerçekleştirme amacına yönelik bir araçtır. Anayasa tartışmalarımızda amaçtan çok, araç üzerinde durulması ilginç bir çelişkidir.
Bağımsızlık, tarafsızlığın sağlanmasında çok önemli bir araç olmakla birlikte, tek başına onu gerçekleştirmeye yeterli değildir. Hâkim, yasama ve yürütme organları karşısında tam bağımsız olsa da, çeşitli ideolojik etkilere ve menfaat ilişkilerine açık olabilir. Oysa, gözleri bağlı, bir elinde terazi, diğer elinde kılıç taşıyan bir kadınla sembolleştirilen adalet, hâkimin adalet duygusu dışında her türlü dış etkiye kapalı olmasını gerektirir. Ancak pratikte tüm değer yargılarından arındırılmış bir yargı sürecini gerçekleştirmek imkânsız denilecek kadar zordur. Hâkimler, Montesquieu'nün tasavvur ettiği gibi, kanunları otomatik olarak uygulayan birer otomat, birer "kanun ağzı" olamazlar. Çünkü her yorum faaliyeti bir irade işlemidir ve dolayısıyla bir ölçüde sübjektiftir.
Aynı yazara göre, "devletin bekasını ve güvenliğini sağlama görevinin yerine getirilmesinde, başka tedbirlerin yanı sıra, yasal/yargısal tedbirlere de ihtiyaç duyulmaktadır... Buna göre, mevcut yasalar doğrultusunda devletin bekasını koruma işlevi, yargı kurumu tarafından yerine getirilecektir. Burada yargıya biçilen rol, tıpkı devletin diğer bürokratik kurumları gibi, resmî ideolojinin sınırları dahilinde bir tutum geliştirmek ve fonksiyon icra etmektir."(3) Sonuç olarak denilebilir ki, yargı bağımsızlığı, yargı tarafsızlığının zorunlu, fakat yeterli olmayan şartıdır. Sadece yargıyı değil, devletin birçok kurumunu etkileyen bu vesayetçi zihniyeti kurumsal reformlarla ortadan kaldırmak da pek mümkün görünmemektedir. Uzun vâdeli fakat en emin yol, devletin bekasından çok, bireyin hak ve hürriyetlerine öncelik veren liberal bir hukuk anlayışının, başta yargı organı olmak üzere, toplumda hâkim olmasıdır.
DERİN DEVLET OLUŞUMU
Tarih, devletlerin çöküşü açısından milletler mezarlığıdır.Filozof Socrates’e yapılan komplo yer yüzü tarihinin kaydettiği ilk derin devlet hareketidir.Yönetmek güncü elinde tutanların farklıyı yok etme, öteki oluşumuna tahammül edememe sürecinin ilk noktasınıdır, Socrates cinayeti.Bizim tarihimizdeki derin devlet oluşumları, Osman oğullarının beylikten Devlet-i Alî Osman’a dönüşmesi için atılan ilk adımda derinliğin tohumu da filizlenecektir. Osmanlı padişahı’na karşı vüzera ile ulema bir takım oyunlar peşindeydi. Bu oyunlarını sergilerken meşru olarak işgal ettikleri mevkilerini ve meşru olarak kullanmak zorunda oldukları yetkilerini gerçekte kendi gelecekteki menfaatlerine, görünüşte de insanlar/insanlığa karşı, kumandan ve askerlerine karşı meşhuuur “Devletin Alî Menfaati” için yapıyorlardı; yaptıklarını her fırsatta ileri sürüyorlardı.“Devletin Alî Menfaati” öne sürümü ile vüzera ve ulema ikiye bölünüp derin çekişmeye girmişler ve bu amaca yönelik olarak ise zafere yaklaşmış padişaha, Bizans kuşatmasının zafere ermeyeceği, derhal kuşatmanın kaldırılması gereğini empoze etmeye hararetli ve iddialı bir biçimde zerk ediyorlardı. İşte bu dayatmacı yöneticiler birlikteliği Derin Devlet oluşumunun Osmalıdaki ilk basamağıdır. Bizdeki derin devlete bir başlangıç bulmak gerekirse çekirdeği bu olaydır.Gerçekte devlet yetkisi kullanan “Paşa” olan bu adamlar bu yetkilerini karanlık toplantılarında bir birlerinin önünü kesmeceler için kullanmak ve bu gelecekteki sadaret beklentilerinde kendi tezlerinin haklılığını İstanbul’u alamamak pahasına sultana zerk etmeye çalışmaktalar. İşte bu noktada sultana, askere/yeniçeriye ve avama/halka rağmen bir karanlığa çekilme ve derin karanlıktaki şahsi çıkarlarını ise yine sultana, askere, halka dayatma eğilimlerinin tümü “D e r i n D e v l e t” olgusunun ta kendisini oluşturur.
Üç ana unsur Derin Devlet olgusunun beliriş nitelikleridir:
1. Devletin/toplumun yapısında yasal/meşru sivil/asker bürokrasinin üst düzeyindeki insanlar olacak,
2. Bu insanlar yasal/meşru yetkilerinin sağladığı ayrıcalık/üstünlükten istifade ederek yasal/meşru mevzuatın izin vermediği/yazmadığı ama kendilerinin “…Devletin Alî Menfaati için gerekli…” dediği, aslında yine kendilerinin gelecekteki çıkarları için gerekli, bir araya gelerek yasal/mevzuatsal olmayanı, varmış gibi karanlıkta, bir “giz” içerisinde hazırlamış olacaklar.
3. Aslında meşru/yasal-mevzuatsal olmayan bu “giz” içinde aldıkları kararlarını yöneticilere, kişilere kurumlara ve her şeye karşı dayatıyor, bu dayatmaların ise meşru olduğunu savunuyor olacaklar.
Kimse kaynağını anayasadan ve yasalardan almayan bir yetki üretemeyecek ve kullanamayacak. Hukuk herkesi bağlayacak. Hiçbir kişi ya da kurum yasanın vermediği “kerameti kendinden menkul” yetkiler gasp edemeyecek ve keyiflerini hukuk diye dayatamayacaktır.Belirttiğimiz gibi her biri kendi yasasıyla kurulan kamusal kurum kuruluş kişi ve kimseler, yasalarda yazmayan yetkiler kullanmaya ve yine yasalarda yazmayan biçimde toplanmaya ve yasalarda yazmayan kararlar almaya başlayıp bunu da , iktidarlara, yönetenlere yönetilenlere, insanlara kurumlara dalatıyorlarsa; bu yasa dışı ve dayatmacı oluşum; eşittir: DERİN DEVLET’i oluşturacaktır. Derin devlet budur. Kurumların yerli yerine oturtulamamasından doğan devlet tanımsızlığıdır. Yoksa devletin yasal meşru kurumlarının global kurumsallaşması değildir.Son Olarak…
DEVLETTE ÇALIŞACAK YASALARI UYGULAYACAKSINIZ, DERİNDE ÇALIŞIP O YASAL MEŞRU ZEMİNİN DIŞINA TAŞACAK VE FAKAT YİNE O YASAL HUKUK ZEMİNİNİN BEKASI İÇİN ÇALIŞTIĞINIZI, ADAM ÖLDÜRDÜĞÜNÜZÜ KURUM VE KİŞİ DEVİRDİĞİNİZİ SÖYLEYECEKSİNİZ. HEM HUKUKU HEM HUKUKSUZLUĞU HUKUK ADINA YAPTIĞINIZI VARSAYACAKSINIZ; İŞTE DERİNLİK YANILSAMASININ HUKUK DEVLETİNDEKİ ÇİFT YANLI BAĞLAMAZLIĞI BUDUR. BU SUÇTUR; ÇETECİLİKTİR.. HUKUKU, HUKUK DEVLETİNİ, HUKUKSUZLUK ADINA YOK ETME GİRİŞİMİDİR. ADI SANI RUTBESİ, CÜPPESİ, KARİYERİ, BÜROKRATİK MEVKİSİ, HİPOKRATİK TERAKKİSİ, MEKTEBİ MERTEBESİ NE OLURSA OLSUN..!
Hüseyin Tuztaş
Kaynak :
1 -Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı(BİLKENT ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM
ÜYESİ PROF. DR. ERGUN ÖZBUDUN )
2 -POST MODERN DERİNİTE ( Cihan ERGÜN)
3-Fazıl Hüsnü Erdem, "Türkiye'de 'İdeolojik Devlet' Gölgesinde Yargı Bağımsızlığı Sorunu", Demokrasi Platformu, Yıl 1 Sayı 2, Bahar 2005, s. 53-54. Yazar, bu anlayışın birçok örneğine de değinmektedir.